top of page

Kent ve Aşk


Bu kente geldiğimden beri çok şey değişti. Hayatın akışı öncelerden inandığım gibi değil, bu kentin sokaklarından, yani sonradan öğrendiğim gibiydi. Buraya taşındığımda bir kadına aşık olmuştum. Bazen böyle olur, yeni bir kente taşınmak yetmiyormuş gibi her şey üst üste gelir. Onunla ilk tanıştığımızda yapacağımız şey çok basitti, ortak arkadaşlarımızla mekana girecek, yeterince içince dertleşecek ve evlerimize dağılacaktık. Ağlayacağımız kimsenin aklına gelmedi.


İlk defa sigara içtiğim günü hatırlıyorum. Ben buna bağımlı olmam, yeterince iradeliyim demiştim. Şimdilerde günde iki paket sigara içiyorum ve onu ilk defa gördüğüm günü düşünüyorum. Ben bu kadına aşık olmam demiştim. Büyük bir kente taşındıysan bir sürü gereksiz şeye hazırlıklı olman lazım. Aşık olmak bunlardan sadece birisi.


Onu gördüğüm ilk gün ben de düşündüm aslında kente yeni gelmiş olmanın verdiği mutluluk ve hayatımın pozitif yönde değişmesini beklediğimden dolayı mı ona ilgi duydum diye. Masanın karşısında onu izlerken hemen yanımda ki ortak arkadaşımıza fısıldadım düşüncelerimi. Arkadaşım ölüm haberi vermek zorunda kalan insanların takındığı utanç ile durumu açıkladı. Onunla bir geleceğimin neden olamayacağına dair net cümleler kurdu.


Aslında kadınlık bir durum yoktu. Ben meseleyi aşık olmak sanıyordum. Yıllarca herkesten kaçtım. Günü gelecek birisine aşık olacak ve tüm meseleyi çözecektim. Onunda bana aşık olması gerektiğini hiç düşünmemiştim. Erken yaşlarda çok net bir çizgi çizildi önümüze. Ya aşık olacak ve cinselliği öğrenecektik ya da cinselliği öğrenip aşık olmaya çalışacaktık. Bu nedenle birçoğumuzun kaderi gençlik yıllarında çizildi. Ve ben de kendimi inkar ederek her ikisini de beceremedim. Ne aşık olabildim, ne de bir kadını arzulayabildim. Bu çaresizlikle daha yeni tanıştığım, kim olduğunu bilmediğim kadının bana ilgi duymasını bekliyordum.


Ortak arkadaşımız beni anladığını göstermek istercesine bir gassalın ölüyü yıkadığı gibi görevini yaparak içimde ateşlenen duygularımla ilgilendi. Ta ki kadın ağlamaya başlayana kadar. Kadın geride kalmasını ümit ettiği aşk hayatını anlatırken sadece uyumak istedim. Biliyorsunuz, uyumak en doğal sakinleştirici.. Kadın geçmişini anlatırken benimle aynı duygu halindeydi. Her ikimizde yokuş aşağı salınan bir bisiklet gibiydik. Onun geçmişinin hangi noktasına yükseldiğinden emin değildim fakat ben karşımda ki kadına yükseliyordum. Hikayesinin niye böyle olması gerektiğini anlayamıyordum, onun içinde yarım kalan duyguları tamamlayabilirdim. Fakat bazen meselenin derinine inememek gerekir. Yıllar sonra kendime bir cevap vermem gerektiğini biliyordum. Neden o gün kadının gözyaşlarını silmediğimi kendime soracaktım ve en kolay cevabı verecektim ; öyle olması gerektiği için.


O konuşurken şunu hissettim, sanki benim hoşuma gidecek tüm cümleleri parantez içine alıp altını çiziyordu. Bu bende en ataerkil düşüncelerimi ortaya çıkarttı. İçimden "Dur be kadın, senin ilacın bende. Sadece beni dinle." demek istiyordum. İçerisinde bulunduğumuz resmi durumdan ve elbette ki kadının bana ilgi duymamasından dolayı aklımdan geçenleri bastırdım. Çoğu zaman yaptığım gibi zamana oynadım. Zaman geçsin diye konuştum, onunla bir ağladım, ortamda ki birkaç espriye güldüm. dağılma saatimizi bekledim.


Evlerimize dağılırken onu son defa görebilme ümidi içindeydim. Topuklu ayakkabılarıyla kalçasını savurarak uzaklaşırken bir anda ortadan kayboldu. O anda anladım hiç bir şehir plancısının ,mimarın ya da peyzaj mimarının bu mekanları belki birileri birbirlerine aşık olurlar diye tasarlamadığını. Beklentim sadece iyi bir yönetmenin yeteneklerini ortaya koyarak kadın giderken erkeğin onu yeterince izleyebileceği doğru açıyı seçebilmesinden kaynaklanıyordu. Biz de buna inandık. Filmlerde ki gibi olmadı, kadın son karede dönüp bana bakmadı.

144 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page