top of page

Cümbüş

Güncelleme tarihi: 13 Nis 2021

Şehrin renkleri siyah beyaz bir filme teslim olurken, Afyon kalesinden düşmekte olan kar tanelerini saymak. Mevsim ayazıyla beyazın şehre hâkim olduğu; köhne sokakların yorgun yapılarının üstünü yorgan gibi örtündüğü soğuk bir gerçeklik. Anane evlerinde, hastane yüzü beton duvarlardan gelen soğuğa eşlik eden elektrikli battaniyelerin sıcak çıtırtıları, tarhana çorbaları, arabaşılar, haşgeşli bükmeler ve kasaplar çarşısında kasapların satır sesleri. Et kancasına asılı etlerden, dükkânlara ve sokaklara sinen et kokuları...

Kana bulanan ellerini yıkarken çırağa seslendi Mümtaz "Bizim oğlan, Niyazi amcanın sucukları hazır etmeye koyuluve, ben çay ocağına geçivereyom gidince vereyim oyun oynuyordur şimdi bizimkilerle." Çırağı henüz askerden yeni gelmiş, kimi kimsesi olmayan sokaklarda kalan gariban bir gençti. Ne varki Mümtaz sahip çıkmıştı çocuğa "Tamam usta. İrfan Ustanın köfteleri de götürüverem mi?" Mümtaz bir yandan ellerinden süzülen zayıf kanları da havluya silmeye başlayarak "Geç kaldık len bizim oğlan, yarın götürüve zaten bu karda kışta kim gelicek İrfan'a, haydi selametle…” Önlüğünü kapının yanındaki askıya asıp önce montunu sonra da beresini giyerek çıkacaktı ki önlüğünü kaç gündür yıkatamadığı aklına geldi. “Len bizim oğlan, önlüğünü çıkarıve de yengene götüreyim yıkayıvesin!” Çırak, Niyazi’nin sucukları bir elinde çıkardığı önlüğü diğer elinde ustasına getirdi. Mümtaz önlükleri koca ellerinde büyük bir topak haline getirip dükkandan çıktı.




Sokaklar geceye bürünmeye başlamıştı. Koskoca Karahisar Kalesi de heybetlice göğsünü germişti; geceyi, yıldızları, galaksiyi selamlarcasına... Mümtaz sokağın sonunda ki babadan kalma çay ocağına yürümeye başladı. Arkadaşları onun yokluğunda sahiplenmişlerdi çay ocağını. Genelde Hüseyin bakardı ocağa. İçerde birkaç masa ya vardı ya yoktu. Derme çatma, küçük bir yerdi. Mümtaz’ın babası da Almanya’ya göç eden lokantacı bir aileden devralmıştı mekânı. Mümtaz çocukluk yıllarından hatırlardı, hayal meyal eski ihtişamını bu derme çatma yerin. Eskiler zamanla gidince, yalnız bir hal almaya başladı burası da.




Kapısına kadar gelmişti çay ocağının, tam elini kapıya uzatacakken ayağı kaydı. Allah’tan dengeyi kurtardı. “Hay ben… Tövbe tövbe” Söylenerek sıkıca kavradığı kapının kolundan sarkan ipi kendine doğru çekerek içeriye attı kendini. “Selamün aleyküm!” İçerdeki ahali hafif sırıtarak selamını aldılar. Hüseyin’de ellerinde çaylar dona kalmış gülerek Mümtaz’ın girişini seyrediyordu “Aman abey gözünü sevem birde sen hastanelik olma!” Mümtaz hafif homurdanarak Niyazi ağabeyin masasına yönelmeye başladı. Çay ocağının en yaşlı müdavimiydi Niyazi ağabey. “O ne Hüseyin Niyazi abin yine fazla mı kaçırdı, mübareğin başında da takke eksik olmuyor. Tövbe estağfurullah!” Hüseyin gülmeye devam ederek ve bir yandan da yeni gelenlere çaylarını vererek “Aman abey duymasın Niyazi abeyim. Yarın cuma, perşembe geceleri içmez Niyazi abey. Bilirsin her ne kadar içse de hassastır bu konularda, zaten içtiğini de pek bilen yok.” Mümtaz Niyazi ağabeyin yanına oturarak, Hüseyin'in çay dağıttığı masanın duvarına doğru bakışlarını iliştirdi. “Bir çay versene Hüseyin.” Hüseyin tekrar ocağa yöneldi. Çayları gelen masadakiler iskambil kağıtlarını çıkardılar masaya, masadan Tuncer Mümtaz'a dönerek “Gel abey, bir kişilik yerimiz var” Duvarda asılı babasının ve dedesinin portre fotoğraflarına bakmakta olan Mümtaz gözlerini ayırmadan belli belirsiz seslendi “Sağ olasın Tuncerim siz oynayıverin” Babası ve dedesinden yüzü biraz daha toplucaydı. Kendi kendine homurdanmaya başladı. “Çay ocağı derler kahvehaneye döndürdüler iyice…” O kadar sese uyanmayan Niyazi ağabey, Mümtaz'ın belli belirsiz homurdanmasına uyanmıştı. “Mümtaz, hoşgeldin sadıcım!” Niyazi ağabey yine öksürük nöbetine girmişti. Dikkatini Niyazi ağabeye yönelten Mümtaz “Namazdan mı geldin Niyazi abey” Hüseyin çay ve bir bardak suyla masaya geldi, Niyazi nefes nefese içmeye başladı. “Mevlevi Camii’ndeydim. Mezarına su dökenlerin bol olsun Hüseyin!” Mümtaz patlattı kahkahayı “İlahi Niyazi abey, nerden buluyorsun bu sözleri, bugün de saydın mı camiideki yatırları?” Hüseyin'in yüzü asılmıltı Niyazi ağabeyin sözüne, bir yandan sırıtıp bir yandan öksürerek Hüseyin'e takılmaya devam etti “O ne bizim oğlan papaza döndü yüzün!” oyun masasındaki Remzi'nin getirdiği portakalları soymaya koyulan Niyazi ağabey tekrar Mümtaz'a yönelerek “Hiç sorma sadıç, bir gün saydığım diğer günü tutmuyor.” Portakalları dilim dilim ayırarak etrafındakilere uzatmaya ve bir yandan yemeye başladı Niyazi ağabey. “Remzi bizim oğlan kesene bereket.” Remzi elindeki iskambil kartlarından başını kaldırarak “Ne demek Niyazi abeyim afiyet-i şifa olsun.” Remzi tekrar oyuna dönerek masaya kazandığından olsa gerek hafif bir narayla bağırdı “Koz ver!” Masadan Tuncer'de Hüseyin’den bir bardak su isteyince Hüseyin bütün bardakların kirli olduğunu farkederek bardak yıkamaya geçti. Hüseyin çok titizdi, temizlik hastasıydı. Ne var ki önceden bir yığın bardağı ozona yatırmıştı. Yıkama ve bol suyla durulamaya başlamıştı. Niyazi ağabey tekrar Hüseyin'e takılmaya devam ederek “Papaz efendi bu günah çıkarmaya benzemez. Yedi kere, yedi kere yıkacaksın!” Niyazi ağabey, etrafındaki kahkahaların usulca sobanın çıtırtı seslerine bırakarak soyduğu kabukları harıl harıl yanmakta olan sobaya dizmeye başlayarak tekrar öksürdü. Bu sefer ki sobanın ve ortamdaki yoğun sigara dumanının boğucu dumanındandı. Sokağa bakan camekânda, tavana yakın tüplü televizyonun olduğu rafta çay ocağının muhabbet kuşu namı-diğer Mutlu'nun kafesi vardı. Niyazi ağabey Mutlu’ya üzgünce bir bakış attı. Hayvancağızın eski halinden, ötüşmesinden eser yoktu. Ömrünün sonlarında, sonbaharda yaprakları kuruyan yalnız bir ağaç gibi hissediyordu son günlerde kendini. Mutlu'ya dalan gözlerini masadakilere ve etrafındakilere yönelterek, keskince bir çıkış yaptı. “Ülen mendeburlar hayvancağızın içtiğiniz cigaralardan sesi nefesi kesildi.” Kısa bir sessizliğin ardından tekrar hüzünlenerek devam etti ahaliye söylenişine “Az dikkat edin be oğlum, az kendinize gelin!” Derin bir sessizlik oluşmuştu çay ocağında. Batak masasından ağzında ki sigarayı dudağının kenarına sıkıştıran en gençleri Süleyman bozdu. “Ne yapalım be Niyazi abey bir sigaramız var bizim için yanan, onu da bırakalım mı...” Süleyman'ın karşısında oturan eşi Mehmet'te Süleyman'ı onaylarcasına ekledi. “Hava kar kış kıyamet, arabanın lastikleri değişecek Niyazi abey. Cepte beş kuruş para kalmadı. Oğlanın okul masrafları çok. İşte yok. Ne yapalım hayatın sorunlarından oyun oynayarak kaçıyoruz, zenginler der ya bir nevi meditasyon bizim için bu meretler.” Niyazi ağabey sinirlenmeye başlamıştı. “Anasını satayım rahat batıyor size, 80'lerde olsanız bu rahatlıktan kim vurdu kurşununa giderdiniz kahvehanelerde. Biz gençken boş durmazdık ne gelirse elimizden yapardık. Ne zaman elimiz ayağımız düştü işlerden, evde oturmayayım diye uğrar oldum.” Mümtaz henüz ellerini yeni kurulayan Hüseyin'e ortamı yumuşatması için duvarda asılı cümbüşü göstererek kaş göz yapmaya başladı. Hüseyin Niyazi ağabeyin yanına gelip oturması için çekiştirmeye başladı. “Gel güzel abeyim, gel. Kendini bilmez onlar, gel… Ben şimdi sana bir parça okuyayım, gel abeyim.” Niyazi ağabey'i Mümtaz'ın yanına oturttu, kendisi de iki masayı gören güzel bir sandalyeye oturuverdi elindeki cümbüşle. Hüseyin'i cümbüşle gören birkaç kişide Çay ocağına selam verip girdiler. Hüseyin cümbüşü çalmaya başlayınca Niyazi ağabeyin de hüznü geçmişti hemencecik. Masadakiler neşelenerek “Varol len Hüseyin” diyerek bir nara kopardı. Eskilerden bir şarkı, ömürlerinde ilkbahara hasret yaşayanların şarkısıyla sessizliğe büründü çay ocağı.




“Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç Çılgın gibi koşarak kırlara uzandım mı hiç Bir his dolup içine uçuyorum sandın mı hiç Geçen günlere yazık, yazık etmişsin gönül sen Öyleyse hiç sevmemiş, sevilmemişsin gönül sen” ...






Dinleyenler mest oluyordu bu hoş sedayı, en çokta bu halini seviyordu herkes bu derme çatma yerin… Şarkıyı dışardan nefes nefese koşturmakta olan Mehmet'in oğlan kapıyı bir telaşeyle açarak yarıda kesti. Herkes şaşırmıştı. Kafesinde hareketsizce duran Mutlu bile kanat şakırdatıyordu.


“Baba, anam doğum yapıyor!”






DİPNOT

* İllustrasyon: Nurdoğan Karaman

*"Şizolar" şarkısıyla destek verdikleri için Hedonutopia grubuna teşekkür ederim.

*Yazım aşamasında emeği geçen Özge Aybüke Arslanoğlu'na, Remzi Gazioğlu'na ve Nurdoğan Karaman'a ayrıca teşekkür ederim.






97 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page